2008/12/28

ve rüyam çıktı...




resimleri tefekkürünüzün ve vicdanınızın sizle kuracağı diyologlara bırakıyorum...

sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında yürüyorum yolkumun karanlığa çıkan noktasında sanki beni bekleyen bi ışık görüyorum...
yolum bir okula çıkıyor yanımdaki aslında tanımadığım ama o an çok iyi bildiğim birinin bana gir şu sınıfa demesiyle amaçsızca sınıfa giriyorum matematik dersi işliyorlar.. pek de anlıyorum ya ben.. hoıcam şu şu kişiyi sor dediler o yüzden girdima ma görüyorum ki burada yok ben de branşınıza aşina değilim zaten rahatsızlık evrdim iyi dersler ve saire.. bir kız çocuğu beliriyor yanımda uzun saçlarını toplamış tepesinden kırmızılar giymişd aha da şirin olsun diye ne gerek vardı oysa ki.. kantine gidiyoruz abiden çikolata istiyortuz kızıma.. iyileri hep kazıklamak zorundalar mı.. önce bilmediğim bir sınıfa yolluyorlar nedenini bile anlamadan.. şimdi de kantinci abiden 1 çikolata istiyoruz beş tane veriyor zorla sağolsun.. hadi
diyorum çocuktur alalım 1i benim 4ü senin tamam mı yeriz bunları.. çocuk da farkında ama ses çıkarmıyor derken çıkıyoruz okuldan bana bilmiş bilmiş anlatıyor aklına gelenleri keşfi yeni heyecanı büyük anlatıyor çocuğum dinliyo ve izliyorum yüzümde tebessüm içim rahat işte geleceğimiz diye.. balkondan bir musibet bağırıyor.. ne biliyorsun ki sen ne anlatıyorsun !! boş bunlar boş.. !! çocuğumun yüzü düşüyor sesi kısılıyor ve sesi kalmıyor en nihayet elinde 4 çikolatayla yanımda duruyor sade.. çocuğum diyorum ellerim saçlarında gezerken.. seni hep yolundan alıkoymak istiyecek böyle kişiler çıkacak yoluna seni yıldırmak istiyecekler içine kurt düşürecekelr sen vaz geçirmek seniş yormak için türlü hile edecekelr sen kulağınıo tıka onlara yolun yoldur devam et... karşıdan ablası geliyor şimdi onu savunabilecek daha çok kişiyiz.bak çocuğum doğruysan yoldaşın oluyor az da olsa ve vakit ilerledikçe sen doğru yolundayken yoldaşların da bu sayıda kalmıyacak elbet
Hayali Beğ buyurmuşlar


ne zillet vermeğe ragıb ne devlet-hahumuz vardur/
ko gayrı gayra yar olsun bizim Allahumuz vardur

sen içindeki safiyane niyetle fesad zamanında sarılacağına sarılıyorsun ya hadis-i şerif üzre.. eşref-i mahlukatsın bi-iznillah Rabbin indinde...
Alim sıfatıyla Rabbimden hayırlı ilim isterim
öğrenen ve öğreten hayırda ortaktır hadis-i şerifi üzre...
öğrendiklerimi öğretebilmeyi nasib et Ya Alim...
ve Hayali Beğ 2. beytinde şöyle buyurur
Tarikinden irerse menzil-i maksuda her aşık/
Hakikat rahını gözler bizüm bir şahımız var

elbette tüm işler Şahımız için gedaları bendeleri köleleri kulları olan bizlerce.. eğer Ona giden yollardan sapmaz, Maksudun O olduğunu unutmaz, her işimizi O Maksad eksenli amel edinir, niyeti sahih kılar, niyeti O edinirsek.. Hakikat yolumuzun sonu Hakikat evine çıkar ve ev sahibi Şah bize kapısını açar buyur eder.. yollar ki bir menzile çıkar yeter ki evvel ni
yet sonra amel sahih olsun akıbet de sahih olacaktır bi-iznillah...


uyanıyorum..
öğlen oluyor mekan bir Mehmet Akif'i anma programı..
O Akif ki parası olmadığından her gün 17 * 2 km yolu yayan gidip gelsin okula, o Akif ki hem güreş tutsun köy düğünlerinde para kazanmak için hem okusun, o Akif ki okul 2.Sİ olmak üzereyken okul 1.si
çocuk Ermeni olsun.. çoğunluğun memleketinde bir azınlık 1. olmamalı desin daha da sıkı asılsın derslerine okulu 1.likle bitirsin, o Akif ki çocuğa gitsin ve aramızdaki yarış şahsi değil milliydi demeye kalmadan çocuk tamam Akif desin ben ne için çalışıyorduysam sen de onun için çalışıyordun desin.. O Akif ki.. Akifane bir hayat sürebilmeyi diletir bana..
rüyam çıktı zaar...
küçük ellerimiz küçük kalbimizden geçenleri iletti ve şimdi büyük bir za'tın kaleminden dökülenleri size iletiyor;





"Bir Kızıl Elman Var mı?"



Hayatta herkesin farklı hedefleri var. Hepimiz için müşterek bir hedeften bahsedebilir miyiz? Hedef tespit ederken nasıl bir usûl takip etmeli ve hangi hassâsiyetlere sahip olmalıyız?
Genç nesillerin en büyük ideali, istikbâle hazırlanmaktır. Herkes istikbâle dâir, kendi iç dünyâsına göre birtakım hayallerin peşindedir. Meselâ; “Ben şu fakülteye gideceğim, şu mevkîye geleceğim.” gibi. Bu da gâyet tabiîdir. Lâkin kendi yapımıza göre hangi mesleği tercih edecek olursak olalım, o meslekte Allah rızâsının aranması zarûrîdir.
İstikbâldeki yeni hayatın meçhul günlerini ihsân edecek olan, Allah Teâlâ’dır. İstikbâl, başta Allâh’ın takdîrine, daha sonra da kulun istîdat, gayret ve niyetine göre tecellî eder. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
“Sen hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?”
Her işte; kâbiliyet, hâlis niyet ve gayrete göre bir netice alınır. Bu âdeta şaşmaz bir tabiat kanunu gibidir. Gönüllerde Allah rızâsı olursa, hangi mevkîde, hangi meslekte, hangi şartlar altında olunursa olunsun, istikbâl parlak olur.
Bunun için hedefimizi;
“–Allâh’ın rızâsına ulaşmak, Peygamber Efendimiz’in sevdiği bir ümmet olmak için çalışacağım.
–Akabe’de, Hudeybiye’de, Bey’atü’r-Rıdvan’da, hayatının geri kalanını Allah ve Rasûlü’nün emrettiği şekilde geçirip karşılığında da cenneti alacağını bilerek bîat eden o sahâbe gibi olacağım.
–Maddî imkânları sıfırlansa bile îman gücüyle düşmana göğüs geren Çanakkale’deki o arslan yürekli neferin gönül dokusunu taşıyacağım.
–Dînime, vatanıma, milletime hizmetkâr olacağım. Bayrağımın şeref ve haysiyetini koruyacağım.” gibi millî ve mânevî duygular etrafında belirlemek îcâb eder. Bunlar, her mü’min için müşterek hedeflerdir.
Hayatta hedef belirlerken de en çok ihtiyaç hissedilen meselelere öncelik verilmelidir. Bu itibarla günümüzün en mühim ihtiyacı, iyi yetişmiş insana olan ihtiyaçtır. Günümüzde bilhassa yüksek idealleri hedefleyen genç nesillere milletimizin ve bütün insanlığın ihtiyacı had safhada bulunmaktadır.
Çünkü bugün insanlık, ahlâk ve insanî özellikler bakımından âdeta can çekişiyor. Çünkü bütün güzellikler, fazîletler, ulvî duygular şu veya bu şekilde nefsin süflî arzularının tasallutu altında.
Dolayısıyla bugün, yetişmiş ideal insan eğitiminin ve hizmetin ehemmiyeti çok daha büyük. Yani asıl hizmet, ruhlara ve gönüllere mâneviyat aşısı yaparak mânen boğulmak üzere olanlara can kurtaran simidi uzatmak.
Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’sinde bir hikâye anlatır:
“Bir gece vaktiydi. Evimden dışarı çıktım. Kırlarda geziyordum. Bir adamcağızın elinde fenerle dolaştığını gördüm:
«–Bu gece karanlığında ne arıyorsun?» diye sordum. Adam:
«–İnsan arıyorum!» diye cevap verdi. Ona dedim ki:
«–Yazık! Boşuna yoruluyorsun... Ben yurdumu terk ettim de yine onu bulamadım. Git evine. Yat, rahatına bak. Nâfile arıyorsun, onu hiçbir yerde bulamayacaksın!»
Adamcağız acı acı baktı ve dedi ki:
«–Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama yine de hasretimi tatmin etmek için aramaktan zevk alıyorum!»”
İşte insanlar da darda kaldıkları, zorlandıkları ve içinden çıkamadıkları her işte bir kurtarıcı beklerler. Bunun içindir ki Ömer bin Abdülazizler dâimâ aranıyor, Fatihler dâimâ aranıyor. Çanakkale’nin, İstiklâl Harbi’nin o yiğit, o îmanlı erleri ve kumandanları dâimâ aranıyor.
Bu arayışlar, asıl ihtiyacın farkında olmak bakımından çok güzel. Ancak bütün bu arayışlar, ideal insanı yetiştirme gayretine dönüşürse, işte o an, aranan insanın bulunacağı andır. Gayretten uzak arayış ve bekleyişten ise hiçbir semere alınamaz. Çırpınmayan, tembel ve paslı yürekler hayat okyanusunun girdaplarında boğularak helâk olurlar.
Bir milletin istikbâlini görmek için, o milletin gençliğinin, enerjisini nerelerde tükettiğine bakmak yeterlidir. İdeal bir gençlik hedefliyorsak, dînî, mânevî ve millî duygular iklîminde bir eğitim ve terbiye şarttır.
Hayatta kendimize hedef tâyin ederken, evvelâ istîdâdımız ne yönde, kendimizi nasıl yetiştireceğiz, bunu bilip kâbiliyetimize göre kendimizi teksîf etmeliyiz. Ayrıca hedefimizi de zamanında belirlemeliyiz. Yaşlandıktan veya iş işten geçtikten sonra bir hedef belirlemenin çok bir faydası olmaz.
Fâtih Sultan Mehmed Han, henüz on dört yaşındadır. Hocası medreseyi gezerken bakar ki, Fâtih’in odasında gece yarısı ışık yanıyor. “Şehzâdem ne yapıyor, acaba?” merakıyla odaya girer. Bir sürü evrak görür masasının üstünde: İstanbul fetih planları, projeleri… Daha o yaştaki şehzâde:
“İstanbul’u nasıl fethederim, bu zamana kadar aşılamayan surların sırrı nedir, nasıl aşarım bunları?” sorularının cevaplarını aramakla meşgul.
Hedef nedir burada? Kuru bir cihangirlik dâvâsı mı? Elbette hayır! Hedef; “İstanbul, mutlaka fetholunacaktır.” nebevî müjdesinin akabinde gelen; “Onu fetheden kumandan, ne güzel bir kumandan, onu fetheden asker, ne güzel bir askerdir!” iltifâtına nâil olabilmek.
İşte bu bir hedefti, hem de ideal bir hedef. Onun için hedeflerimizi iyi belirlememiz ve ona kavuşmak için gayret etmemiz lâzım. Zîrâ bir şeye râm olmadan ona sâhip olunamaz. Bunun için şahsî kaygıları, nefsânî takıntıları, ten rahatını, fânî zevk u safâları bir kenara bırakarak diğergâmlığa ermemiz îcâb eder.
Mevlânâ’nın ifâdesiyle, berrak bir su bile hareketsiz ve sâbit bırakıldığında bir müddet sonra kokmaya başlar. Fakat hareket hâlinde olan, belli bir hedefe akış heyecanı içindeki bir akarsu, dâima berrak ve temizdir.
İşte herkesin, ulaşmak istediği ideal bir “Kızıl Elma”sı bulunmalı ve kalpler de dâimâ o yüksek hedefin heyecanı içinde çırpınmalıdır.
Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarını Bizans surlarına çıkartan ruh nedir?: Yüce bir ideale ulaşma heyecanı. Surlara öyle bir aşk ile çıkışları var ki, çıkarken vecd içinde;
“Bugün şehîd olma sırası bize geldi!” diyorlar. Ne Rum ateşlerini görüyor gözleri ne de surların üzerinden boşalan ok yağmurunu. Tek hedef, Peygamber Efendimiz’in müjdesine nâil olabilmek.
Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarının “kızıl elma”sı buydu. Peki bugünkü Hasanlarımızın, Alilerimizin, Fâtihlerimizin… bu vasıfta bir kızıl elması var mı?.. Bugün hedefler ve idealler ne kadar Hakk’ın rızâsına, ne kadar nefsâniyete endeksli?..
Eğer hedeflerin tespitinde ve gayretinde îman heyecanı devredeyse Cenâb-ı Hak muvaffakıyetler ve zaferler bahşediyor. Bir harpte, îman heyecanı varsa, hakîkî şehîdler veriliyorsa, yiğitler, cengâverler son gücüne kadar direniyorsa, sayıca az bile olsalar, zafer müyesser oluyor. Yok eğer korkaklar, ödlekler, molozlar ölüyorsa, o harp yerinde insan enkazından başka bir şey kalmıyor.
Onun için kalbî yapı çok mühim. Kalbî yapıda da Allah Rasûlü’ne muhabbet ve O’na itaat şart. O ideal insanı, kendi idealimiz yapmak zarûrî…
Bizim en büyük bahtiyarlığımız, önümüzde Peygamber Efendimiz gibi bir örnek şahsiyetin bulunmasıdır. Bunun için Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. O’nun doğruluğunu, yüksek karakter ve şahsiyetini herkes tasdik hâlindeydi. Nitekim câhiliye toplumu, O Üsve-i Hasene’yi ideal aldı, O’nun izini tâkip etti ve neticede çukurdan zirveye yükselerek fazilet semâsının yıldızları hâline geldi.
Velhâsıl, istikbâli lutfedecek olan Cenâb-ı Hak’tır. Hakk’ın râzı olmadığı bir şekilde istikbâl kazanmaya çalışırsak, fânîlerin on tane diplomasını alsak bile, netice hüsrandır. Mühim olan, Allah rızâsının şehâdetnâmesini alabilmektir. Mânen de iyi yetişmiş, vicdan sahibi bir gönül insanı olabilmektir. Böyle olduğu takdirde hangi meslek ile iştigâl edilirse edilsin, Hakk’ın rızâsına yol bulunur.
Hastaları üzerine bir ibâdet heyecânıyla eğilen vicdanlı bir doktor, şifâ tevzî eder. Bunun aksine, kalbi mânevî hayata kapalı bir doktor, tıp bilgisini kullanarak zâlim bir kasap hâline gelebilir.
Bir işveren, emri altındakileri bir evlât ve kardeş gibi görürse, işinin bereketi artar, huzurlu bir hayatı olur. Bunun zıddına kalbi dünyaya esir olmuşsa, kul hakkı tanımayan, menfaatlerinin zebûnu olmuş bir zâlime döner.
Hukuk tahsili gören biri, vicdanı hak ve adâlet duygusundan mahrum ise zâlim bir cellât hâline gelebilir…
Velhâsıl tahsil, insanın gönül yapısına göre şekillenir. İlim, hüner, sanat; iki uçlu bir bıçak gibidir. Hayra da şerre de kullanılabilir. Bunun için ilmin irfâna dönüştürülmesi, akılla birlikte kalplerin de eğitilmesi şarttır. Bu vicdan eğitimi de Allah ve Rasûlü’ne itaatle başlar.
Bu yüzden evvelâ şahsî ve mânevî vasıflarımızı inkişâf ettirmemiz îcâb eder. İbâdetlerimiz, bizi duygu derinliğine götürmeli, hassas yürekli bir müslüman olmalıyız. Yaptığımız hizmetler, bize ulvî hisler kazandırmalı. Bunlar kalbimizin rakik bir hâle gelmesine, zarif bir müslüman olmaya götürmeli bizi. Elimizden, dilimizden bütün beşeriyetin faydalandığı bir insan olmaya götürmeli. Âdeta bir çeşme misâli cömert kılmalı gönüllerimizi. Bir çeşme, hiç akmayacağım der mi? Her gelen musluğu çevirir, o çeşme bütün canlılara suyunu ikrâm eder. Hedef, böyle deryâ gönüllü bir müslüman olabilmektir.
Yine hedef, bu cihânın bir imtihan dershânesi olduğunun idrâki içinde yaşayıp ilâhî azamet ve kudret akışlarına âşinâ olabilmektir. Rabbimizin kâinattaki varlıklarda sergilediği hikmetleri gönül gözüyle okuyabilmektir.
Meselâ, “Cenâb-ı Hak şu gülü niye yarattı?”
Cenâb-ı Hak, hiçbir şeyi hikmetsiz ve abes olarak yaratmadığı bildiriyor. O hâlde bir gülün bizlere verdiği mesajlar neler? Rabbimiz, yarattığı her varlıkla insanın gönül ufkunu açıyor. Sapındaki dikenlere katlanan bir gül gibi hayatın med-cezirlerine katlanmayı hedefimize koyuyor. Gülün hiç somurttuğu görülmüş mü? Dâimâ tebessüm hâlinde… Hep bir güzelliği, bir cömertliği temsil ve telkin ediyor. Latîf kokusunu, rengini, ahengini, zarâfetini ikrâm ediyor... İşte bir mü’minin gönlü de böyle olacak. İslâm’ın zarâfetini, güzelliğini ve güleryüzünü her hâlükârda ikrâm edecek.
Rabbimiz hepimizi rızâsına muvâfık ideallerin insanı eylesin! Fânî hayatın basit oyuncaklarına aldanarak nefsânî bir su birikintisinde boğulmaktan cümlemizi muhâfaza buyursun! Hepimizi insanlığa huzur ve rahmet tevzî eden deryâ gönüllü mü’minlerden eylesin!



Âmîn!



Osman Nuri Topbaş

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Her sey,insanligimiz icin.
Allah rizasi icin.
insan oldugmuzu hatirlamak icin.
insan olabilmenin onuruna variblmek icin de demek isterdim ama,su savaslardan sonra,bir ümidim kalmadi artik insanliktan yana.

Peygamber efendimiz(s.a.v)
her daim "Onlar bilmiyor Allah'im.Affet" dualari edermis ama artik bunu bile hakettiklerini düsünmüyorum ya.

Allah sonumuzu hayreylesin Nun'um.

Kalem.