2008/11/28

Kara Mürekkep Damlalari... (kalem&nun)


Bir şey vardı tutuyordu beni burada ve birçok ben gibi şeyi tutuyordu..Birbirine Metin Rengiöyle bir bağlıyordu ki,anlamlandıramadıklarım hayatımın anlamı oluyordu... Sanki bir gezegen vardı çekim kuvveti sonsuz,biz milyonlarca zerre sadece dönüyorduk etrafında onun uydusu bile olmaktan aciz birer toz kümesi olarak mum etrafındaki pervane böcekleri gibi,onun önce ışığının sonra ısısının varlığına şahid oluyorduk... Ilerisi de vardı;ne olduğuna şahid olmak... Bunun için ne gerekiyordu? bir şeyin ne olduğunu bilmek için o mu olmalı? O çekim kuvvetiyse bizi bir arada tutan zerre, o küll ise biz neyiz?

Oysa bir dunya kurabilirdim kendime yildizlardan ve kucuk dunyamin tek imparatoru ben olabilirdim... gunese savururdum kulleri ve tozlardan bulutlarla kisa metrajli bir film cekebilirdim.. Cunku biz sahit tutulduk varliga ve bilmemiz gerekliydi herbir hucrenin anlamini... Ve etrafimizdaki kucuk imparatorluklari.

Nasıl ki bir beden birçok hücreden oluşuyorsa, biz o küllün zerreleri olarak da koca bir cemal-i tecellinin birer hücresiydik ve nasıl ki bir kanser önce bir hücreden başlar yayılırsa yayılmasın diye dünyevi kanser maddiyat-ı maraz öyle antikorlar üretmeliydik!



Ve antikorlardan pamuk zincirler yapmaliydik maddiyatin önüne. pamuktan zincir olmaliydi; cünkü göz görürdü sadece onu,ruh ve kalp bilirdi uc boyutunu. Ve kalmasi icin zorlayamazdik inadina ölümler haykirani... Bileklerine kelepceler takamazdik bedeni terk etmek isteyen bir ruhun. Coktan sürgüsünü cekmisse gönül, acmak mümkün olmazdi. Ama biz mutlu olurduk kendi dünyalarimizda. Ve tozlar karismazdi birbirine, bilirlerdi ait olduklari yerleri..

Önce dünya denilen o pis nefiste.. Sonra bedende ve göğüs kafesinde.. Sonra kanlara bulanmış ve olanca kesretindeki gönül kuşunda işte bu kafese çarptıkça kanatlarını kanatan daha da kesrete daha da maddeye bulanan... Kimi kuşlardı bu kanların içinde kan kokusundan bayılan kalan gözlerini kan bürüyen kanatlarına uçmamacasına yapışan aslında onları masum beyaz güvercinlikten ve özgür serçelerden ayıran... Aslında onlardı bu kan çukurunda kalmak için kendilerini zorlayan daha da kanadıkça yaralarını sarma yolunu bulamadıkça ondan kaçtıkça,aslında onlardı bu battıkları kan çukurlarında kendiliklerini kaybetmekle benliksiz ölümlere koşan.Aslında onlardı bileklerine kelepçe takan bu yapışkanlıkları özgür uçuşlarının maniliğinde yine gözün göreceği sadece ruh ve kalbin bileceği 3 boyutunu kelepçeleri olan.

Ve yasamakti yine de oyle veya böyle nefes alabiliyorsan.Sarabin rengi sanmakti gögüs kafesindeki kani.Ve dans etmekti iyileri kötülerden ayirabilmek icin.Yine de erdem sayilirdi bir dilencinin el acisi "Allah rizasi icin".. Kelepceler gecirmek isterdi onlar naif kahkahalarla yildizlarin ceper ettigi dünyamiza.ve antikorlar cikardi ortaya.Kiskanirlardi muhakkak nefes alip verebilmeyi erdem sanan bizleri.

Ve mikrop olmasa antikor olmazdı velhasıl..Tezatı olmasa kötü ola, iyi olani -diğer tezatını- göremezdi göz..
Mim "."
her hakkı geceye aittir ve gecenin Sahibi sabahın Malikine.


.

Hiç yorum yok: